10 Haziran 2016 Cuma

Zaman Kaybı




Bazen örtemezsiniz gerçekleri, isterseniz her şeyi değiştirin. Kimliğinizi, şehrinizi, gülüşünüzü, tipinizi, vücudunuzu... Aklınıza ne gelirse. Zamanı nasıl kullandığınız da değiştirmez gerçeği, ya kazanansınızdır bu hayatta ya da kaybeden. Direkten dönmek sadece laftadır. Ne olursa olsun ya kazanmalısınız ya da kaybetmeli. Sadece zaman kaybıyım, bakıyorum çabalayıpta ulaşamadığım hayallerimin arkasından...

Sadece zaman kaybıyım işte, tam kazanacağını düşünürken elde avuçtakini de kaybeden olmayı defalarca tadanım. Hep boğuşanım hayat denilen canavarla. Birileri gibi olmak değildi istediğim, kendim olmak için savaştım hep. Hırs değil, şevkle uğraştım. Hep kaybediyorum sebepsizce.

Sevdim kaybettim,
Adadım kaybettim,
Kazandım kaybettim,
Aslına bakarsanız, yaşadım ve kaybettim.

Amacım yazımdan yola çıkarak kaybedenler klübü oluşturmak değil. Dedim ya en başında içimde ki deliyi susturamıyorum ben. Kaybetmek içimde bir deli yarattı ve ben bu deliyle uğraşıyorum.

Hayatımda intihara bu kadar yaklaşmadım belki de. Maddi-manevi çöktüm. İçimde ki deli artık daha sesli, beni bastırırcasına, daha hızlı daha sesli konuşuyor. Her anımda kulağıma fısıldıyor. Sesimi dışarı çıkaramıyorum. Konuşmuyorum, konuşamıyorum kimseyle. İçimle uğraşmaktan dışarıyla ilgilenemiyorum ve ben artık çok yoruldum...

Bazı insanlar şanslı doğar, hiç bir şey yapmalarına gerek yoktur. Her şey doğuştan hazırdır onlar için. Çırpınmazlar, istemezler, kaybetmezler. Hep iyi iyiyi çeker. Ben o bazılarından olamadım. Olamıyorum. Kendi talihimi kurtaramıyorum. İşin kötü yanı kurtarabileceğim yaşlarımı tüketiyorum. Her an eksiliyorum. Eksiye düşüyorum. 

Kendimi değiştirmeye çalışıyorum. İleriye götürmeye. İçimde ki delinin tonu kısıldığında, dinlenmeye çekildiğinde dalıp düşünüyorum, arkamı toplamaya çalışıyorum. Çıkan tek sonuç eksi! Hiç artıya çıkamıyorum. 


Yaşamak gerçekten boş geliyor artık. Enerjimin iyice çekildiğini hissediyorum. Klavyenin tuşlarına basmak bile zor geliyor. Lütfen içimde ki deli, rica ediyorum. Ölmeme izin ver...

                                                                          Mustafa Selim YÜCEDAĞ

24 Mart 2016 Perşembe

Seçim

Yalnızlık benim seçimimdi. Hep öyle düşündüm. Düşünmek zorundaydım. Sağlıklı düşününce, kim yalnızlığı seçer ki? Ben hep bir şeyler istedim. O istediğim şeyler ya çok geç oldu ya da hiç olmadı. Ben de yalnızlığı seçtim. Hemde kalabalıkların ortasında yalnızlığı seçtim.

Her an hırpalanıyorum. İnsanlar hırpalıyor, sesler hırpalıyor, hayat hırpalıyor, en fazla da hastalığım hırpalıyor. Her gün ömrümden 5 gün harcıyorum. Kimse farketmiyor ama çok yoruluyorum. Bu yaşıma kadar hep başkaları için yaşadım. Kendim için yaşamayı denedim ama hep yargılandım. Bende yalnızlığı seçtim. Hemde kalabalıkların ortasında ki yalnızlığı.

Kafası güzel birinin yalnızlığı bu çok tınlamayın. Gerçi kim okuyor ki? Kim okur ki? Sigara yasak, alkol yasak, uykusuzluk yasak... Kim takar ki... Ben yalnızlığı seçtim. Hemde kalabalıkların ortasında ki yalnızlığı.

Canım acıyor çoğu zaman, bazen kanıyor biryerler. Yatağa geçtiğimde başlıyor sancılar, uyku, uyku değil bayılmak. Yalnızlık eziyor içimi. Kanatıyor vücudumun muhtelif yerlerini. Manevi kanatmak değil sadece maddi kanıyorum gecenin muhtelif saatlerinde. Çok ta aldırmayın kafası güzel birinin hikayesi işte. Ben yalnızlığı seçtim. Hemdr kalabalıkların ortasında ki yalnızlığı...
                                  Mustafa Selim YÜCEDAĞ

24 Şubat 2016 Çarşamba

O Bank

Sen varken kelimelerim kağıtta bile gülücükler saçardı. Sen gittin dilim öksüz kaldı...

Ben aslında seninle her an konuşuyorum. Hani derlerya hissedermiş insanlar kendilerini düşünenleri. Belki diyorum hissediyordur. Belki sesini duyarım bir şekilde. Sana şarkılar söylüyorum, şiirler yazıyorum, sonra bir de okuyorum. En güzel iltifatları hep sana yapıyorum. Arabam duymasın, seni ondan daha çok seviyorum. Bilirsin arabaları ve arabamı ne kadar çok sevidiğimi. İşin güzel kısmı seninle konuşuyor olmam. Kötü olanı ise bunları yaparken gözlerimi kapatıyor olmam. 

Ben yapamıyorum...

İnsanın göğüs kafesi dar gelir mi bedenine? Kokun gitti nefes alamaz oldum...
Eli, ayağı geçtim, içi üşürmü insanın istisnasız her an? O banktan kalktığın andan beri üşüyorum...

İnanamıyorum, aklım mantığım bir türlü kavrayamıyor. Kalp atışın hala kulağımda, şakaklarımda. Hissediyorum... Sıcaklığın, gülüşün, bana bakarken ki nedensiz gülüşün,,, Hepsi dün gibi.
Unutmaya çok çalıştım. Çok uğraştım. Hani varya bir söz "Kendimi unuttum ama onu unutamadım." diye. Durumu özetleyecek yek cümledir. 

Artık unutmaya çalışmıyorum. Yaşıyorum. Sen olmadan seni yaşamanın beni mutlu ettiğini keşfettim. Çok merak ediyorum, insanlar ikinci kez aşık olabiliyor diyorlar. Bense kopamadım bile senden. 
Geçen farkettim, gülüşüm değişmiş. Hatta gülüş olmaktan çıkmış. Gülemiyorum, güldüğümü düşündürtüyorum. 

Velhasıl kelam; Ben hala o bankta oturuyorum...

                                                                                                        Mustafa Selim YÜCEDAĞ

29 Ocak 2016 Cuma

Zamanın da Atılmış Başlık



Sessizliği seçtim ben yıllar önce, tıpkı senin bensizliği seçtiğin gün gibi...

Sadece boş konuştum seçimimi yaptığım günden sonra. Maksat muhabbet olsun misali. Doldurmadım cümlelerin içini. İçimden konuşuyorum dolu dolu cümlelerimle. Bir gözyaşı varsa içimde ki cümlelerde dökülecek, dışarı akıtmadım hiçbir damlasını.

İçime ağlamayı öğrendim sessizliği seçtiğim günden sonra...

Sessizlik soğuk, yıpratıcı ve yıkıcı. Hep hasta gibi hissettirir kendisini insana. Ve hastayım. Sensizliğin getirdiği sessizlikle hastayım. Cümlelerim boş. Öğrendim içimden konuştuklarımı klavyenin tuşlarına vurmayı. Bazen iyi geliyor, bazen okudukça daha çok sessizliğe gömülüyorum.

Kara delik gibi sessizlik...

Yutuyor insanı, kalbinin atışını duyuyorsun, Kan akışını hissediyorsun şakaklarında. Tıpkı migren gibi beynin içinde olduğu küreye sığmıyor, deliriyorsun. Göğsün kalbini daraltıyor ve içinden konuştukça yakıyorsun bir sigara daha.

Saklamaktır sessizlik, aynı zamanda saklanmak...

Her sigara da, her açtığın bira da, rakının ilk dublesinde ve masadan kalkamayacak durumda olsan bile son dublesinde. Gömersin cümlelerini bazen şişelere, bazen kadehlere. O gömdüğün cümlelerini içersin yudum yudum, içini bulandırsa bile, miğdeni kaldırsa bile. Bazen o cümleleri çok fazla gömersin kadehlere, sessizliğine içersin. Notalara gömersin müzik olur kulağına çarpar, kadehlere gömersin iç organlarına çarpar. Sarar dört bir yanını içinde ki cümleler. Sonra bir vakit gelir kusarsın, defalarca kusarsın. Çekersin sifonu, defalarca çekersin, cümleler gitti zannedersin. Uyuya kalırsın bir köşede. Sabah kendine sarılmış bulursun kollarını. Kalkarsın yüzünü yıkamaya ve aynaya bakarsın o ağrıyan başınla. İşte o an kırbaç gibi vurur sessizlik yüzüne. Yüzünün ortasında kırbaçın izini, acısını hissedersin.

Sessizlik böyledir işte, bir kere alıştınmı bırakamazsın, yüzleşirsin her saniye kendinle...

                                                                                                        Mustafa Selim YÜCEDAĞ

18 Aralık 2015 Cuma

Boşluk



İnsan neden kendisini boşlukta hisseder?
Neden işe yaramaz?
Amaçsız!
Gün geçsin diye yaşayan!
Nefes almaya bile takatsiz!
Güneşin doğuşu ya da batışı neden bir anlam ifade etmez?
Günün her saati keyifsiz...
Anlamsız!
Salmış ve bitap...
Neden hiçbir yerde kendisine yer bulamaz insan?
Kafası sürekli içerden yoğun,
Kendi içinde konuşmaktan gözleri bulanmış.
Ya da neden içinde çığlıklar atarken, dışında susar insan?
Neden sadece hapşırırken bağırabilir?
Kalbi göğüs kafesine sıkışmış.
Ciğerleri baskı altında neden hisseder insan?
Neden eğlenirken bile kafası karışık?
Alkol alırken durulgan.
Konuşurken kırılgan.
Düşündükçe yıpranan.
Sabah uyanınca kızgın.
Neden hep uyumak ister insan?
Her fırsatta gözlerini kapatmak,
Duymamak dünyaya dair bir şey,
Kimseyi dinlememek.
Sadece uyumak ve sade rüyalar görmek.
Dinlenmek!
Kaybolmak rüyadaki ormanlarda,
Ağaçların arasından çıkmak bembeyaz kumsallara.
Turkuaz mavi sulara girmek.
Kaybolmak okyanuslarda.
Neden yalnız olmak ister insan?
Kimseyi darlamamak!
Sesinle yormamak!
Olaylarla boğmamak!
Kendini inandırmamak!
Sadece içinde konuşmak,
Her şeyi tek başına çözmek ya da çözdüğünü sanmak!
Neden sevemez insan ya da sadece BİR kere sever?
Bulamaz!
Çekemez!
Hissedemez!
Bütünleşemez!
Neden içinde ki çığlıklarında boğulur insan?
Sadece beden mi acı çeker sanar ya da sadece ruh?
...
...
...
ve...

Neden ölümü bekler insan?
Neden sadece zaman geçirmek için yaşar?
Neden saate sürekli bakar?
Neden doğacak günden beklentisi olmaz?


Koskoca yazılana hatta daha da çirkinleşerek sayfalarca çoğaltılabilecek bir yazıya...

Yek cevap:

Hep bir adım kala engellenen, kendisini engelleyen ya da mücbir sebeplerle gerçekleşemeyen ve gerçekleşemeyecek hayalleri yüzünden...

                                                                                                            Mustafa Selim YÜCEDAĞ

9 Aralık 2015 Çarşamba

Giriş

Amacım okur kitlesi oluşturmak, reklam yapmak, noolur okuyun boşa mı yazıyorum algısı oluşturmak değildir. Genel başlıktan da anlaşılacağı üzere "İç Ses" ; Mottom da, ben bu sesi susturamazsam o ses beni susturacak!

Mustafa Selim YÜCEDAĞ ben. Memleketti cart curt gereksiz muhabbetleri geçerek direk yazayım. İlkokulu ve liseyi Adapazarında boş beleş yerlerde okuduktan sonra, öss'ye 4. girişim de Marmara Ünv. İletişim Fak. RTS bölümünü kazandım ve hazırlık dahil 6 yılda bitirdim. Amma salakmışsın 4. seferde ilkokuldaki kardeşimde kazanır dediğinizi duyar gibiyim. Nasip diyelim o da benim salaklığım. 

Ünv. hayatım boyunca komilik, garsonluk, yardımcı barmenlik yaptım, catering şirketlerinde çalıştım. Klasik ünv öğrencisi işleri yaptım yani. Kendi mesleğimle alakalı ATV de Türkünü Söyle yarışmasında yapım asistanlığı, TRT de yayınlanmak üzere hazırlanan ancak yönetmenin vefatıyla rafa kaldırılan Yaşayan Bellek adlı programın hazırlık aşamasında, TNT tv de yayınlanan Frame Türkiye adlı yarışmada İstanbul evi yapım sorumlusu olarak çalıştım. Sonrasında hayat beni az sonra bahsedeceğim rahatsızlığımdan ve sektörün aşırı yozlaşmış halinden mütevellit sektörü bırakmaya daha rahat işlerde çalışmaya itti. Birden bire ne iş olsa yaparım abi moduna soktu. Avea da Extra Mobile Team de süpervizorlük, Garanti Koza inşaat, Varyap Meridian, Sarphan Finanspark projelerinde satış uzmanlığı derkeeen babamın rahatsızlığı nedeniyle 9 yıl yaşadığım İstanbulumu bir günde bırakıp kendimi Bursa'da buldum ve şuan yukarda da söylediğim gibi "ne iş olsa yaparım abi" moduyla kendimi atıksu arıtma tesislerinde satınalma bölümünde buldum. Allaha şükür aç değilim. 

Yukarıda da demiştim rahatsızlığım var. Yaklaşık 12 yıldır A.S. hastayım. O ne lan Aleyküm Selam gibi dediğinizi duyuyorum. Açılımı Ankilozan Spondilit. Allah aşkına anlattırmayın. Google dayıya yazınca ne melem bir şey olduğu sayfa sayfa yazıyor. Kısacası rahmetli Ahmet Mete IŞIKARA hastalığı. Allaha şükür daha kıçım başım yamulmadı ama yamulmayacak anlamına gelmiyor.

Okuma zahmetinde bulunan arkadaşlar diyebilir, ne yazıyor lan bu diye. Dedim ya amacım en başta yazılı ve mottom; ben bu sesi susturamazsam o ses beni susturacak.

Daha önce hiç bloğum olmadığı için tasarım felan uğraşmadan yazıyorum. Görüntüden dolayı sevmeyenlerden özür felan dilemeyeceğim yani. 

Burada ve bundan sonra yazacağım her şey gerek hayatın yoruculuğu, gerekse A.S. hastalığının insanda yarattığı ağır vücut yorgunluğu, depresiflik, sinirlilik, ileriyi görememe, vazgeçmişlik, yaşı ilerlemiş hasları görüpte kendini bunalımdan bunalıma atmışlık, kullanılan ilaçlar yüzünden oluşan yan etkiler, kimsenin senin hasta olduğuna inanmayışı ve inanamayışı, kendini yırtsanda sabah istediğin saatte uyanamayışın verdiği huzursuzluk, kaç saat uyursan uyu dinlenememişlik vb çoğaltılabilir nedenlerden ötürü yazılmış olup kaale alıp almamak size kalmıştır. 
                                                                                                                      Saygılarımla...